Bankalar Nasıl Oldu da Bu Kadar Risk Alabildi?

-
Aa
+
a
a
a

Yazı ilk olarak 28 Ocak 2008 tarihinde Referans gazetesinde yayımlanmıştır. 

 

Societe Generale'i 7.2 milyar dolar zarara soktuğu iddia edilen Jerome Kerviel ismi sözkonusu bankanın bu tür gelecek dönem piyasalarında yaptığı işlerden doğan zararları topladığı hesabın kod ismi mi, risk denetim sistemlerinin başarısızlık alt sınırının adı mı, yoksa mali piyasalarda düzenleme/gözetim yetkelerinin sorumsuzluğunun doruk noktasını mı temsil ediyor, bir türlü karar veremedim. İleride öğrenebilecek miyiz? Ondan da pek emin değilim.

 

Ama bütün bu olup bitenlere bakınca gelişmiş ülkelerin mali piyasalarındaki denetim açığının, görece, gelişmekte olan ülkelerden bile daha fazla olduğu hissine kapılıyorum. Mali sistemlerin ne ölçüde denetlenmesi gerektiği konusunda farklı görüşler var. Keynes-Minsky çizgisi olarak tanımlayabileceğimiz bir iktisat okulu, mali sistemin "özünde istikrarsız" olması nedeniyle sürekli denetlenmesi gerektiğini savunuyor. Burada ana fikir şu: İstikrarsızlık, denetlenmediği zaman kötü sonuçlar doğurabilir. Ama istikrarsızlık kendi başına "kötü" bir şey değildir. Başka bir alandan örnek vereyim: Modern savaş uçakları istikrarsız olarak tasarlanıyor. Yani kendi başına bıraktığınızda düz uçamıyorlar. Buna karşılık bu özellik sözkonusu uçaklara (Örneğin ABD'nin F-16 ve İsveç'in JAS-39) büyük bir manevra yeteneği kazandırıyor. Bu yetenekten yararlanıp, istikrarsızlığın verebileceği zarardan kurtulmanın çıkar yolu ise uçağa güçlü denetim sistemi yerleştirmek. Kablo ile uçuş (Fly-by-wire) adı verilen bilgisayara dayalı denetim sisteminin işlevi de bu. Mali sistemler de günün koşullarına uyum sağlayacak bir hareketlilik içinde olmaları doğaları gereği. İşte o zaman da sürekli, güçlü denetim içinde olmaları gerekiyor. Eğer bu denetim mekanizması iyi çalışmazsa, nasıl uçaklar yere çakılıyorsa, mali sistemler de krize düşüyorlar.

 

Neoklasik çizgi biraz daha iyimser. Ama sonuç doğrusu pek değişmiyor. Bu düşünceye göre mali sistem istikrarlı da olabilir. Buna karşılık dengeye kendiliğinden gitmesi çok zaman alabilir. Bu durumda doğabilecek kayıp da toplumsal olarak kabul edilemeyecek düzeyde olabilir. O halde sistemin dengeden çıkmasını engelleyebilecek bir denetim mekanizmasına bu bakış açısı içinde de gerek var. Doğal olarak uygulamada bu iki farklı görüşün tanımladıkları düzenleyici/gözetici yetkenin çalışma biçimi arasında önemli bazı farklılıklar olabiliyor.

         

Düzenleme/gözetim yetkesi

Galiba bu son krizin ortaya çıkmasına yol açan sorun bu okullar arasındaki farklılıktan kaynaklanmıyor. Daha temel bir noktada yapılmış bir hata sözkonusu. Biraz açayım: Belirsizlik ortamında kredi veren bankaları düşünelim. Bankaların amacı kendilerine gelen kredi başvurularını değerlendirirken başarılı olma, yani açılan kredinin baştan belirlenen koşulları (faiz, vade vs.) sağlayarak geri dönmesini sağlamak. Bu nedenle de bankaların yapmaları gereken kredi başvurularını taşıdıkları riske göre sıralamak ve riski hesaba katarak hangi başvuruları kabul edeceğine, hangilerini etmeyeceğine karar vermek. Dikkat edilirse, banka için bir kredi başvurusunu reddetmek oradan elde edilecek kazançtan mahrum kalmak demektir. Bu durumda bankanın kaynağı kendisinde kalır; sözgelimi bununla devlet tahvili alır. Bankanın bu durumda tek kaybı, sözkonusu kredi başvurusunu incelemek için yaptığı masraftır. Banka, kredi başvurusunu kabul ederse, iki olasılık mevcuttur: Sonuç ya başarılı olur ya da olmaz. Başarılı olursa, banka bir kazanç sağlar. Bu kararın da bir de maliyeti var. Bu da kredi başvurusunu inceleme maliyeti, açılan kredi için konulması gereken sermayenin maliyeti ve bankanın devlet tahvili almakla elde edeceği risksiz kazancın toplamıdır. Verilen kredi başarısız olur, yani geri dönmezse, o zaman kazanç olmayacak, yukarıda değinilen maliyetlere bir de batık kredi için ayrılan karşılığın maliyeti eklenecektir. Banka bütün bunları hesaba katarak, hangi projeleri kabul, hangilerini reddedeceğine karar verir. Yani bankalar üstelenecekleri kredi riskinin tavanını belirler.

 

Peki sistemde bir düzenleme/denetleme yetkesi varsa ne olur? Böyle bir yetkenin görevi mali sistemden yararlananların (kabaca banka müşterileri) çıkarını korumaktır. Sözü edilen yetke bu durumda bankaların ne kadar risk almasının toplumsal açıdan uygun olduğunu tahmin edecek ve ona göre gerekli düzenlemeleri yapacaktır. İşte bu noktada bundan 17 yıl önce yayınlanan bir önemli bir makalede ulaşılan bir temel sonuç var. Buna göre, genelde, düzenleme/gözetim yetkesinin bankaların üstlenmesi için uygun göreceği risk, bankaların kârlarını ençoklamak için üstlenmeyi isteyeceği riskten azdır. Başka bir deyişe, amaca uygun düzenleme yapıldığında bankaların vermek istediğinden daha az kredi verilecektir. Bundan bankaların memnun olmaması doğaldır. Öte yandan siyasilerin de bu hoşuna gitmeyecektir. Çünkü kredi olanaklarının kısılması, üretimin ve dolayısıyla istihdamın artışını sınırlayacaktır. Dikkat edilirse bu çizilen çerçevede dört farklı karar verici var: Bankalar, müşteriler, düzenleme/gözetim yetkesi ve hükümet. Bunlarda bankalar ve dolaylı olarak hükümetin çıkarı, müşteriler için uygun olandan fazla risk alınması yönünde. Müşterilerin bankaların ne yaptıklarını bilmesi kolay değil. Bu durumda bankaların aşırı risk almasını engelleyebilecek tek karar alıcı düzenleme/denetim yetkesi.

        

Çözüm Bernanke'nin sırtında

 

Akla şu soru geliyor: Nasıl oldu da düzenleme/gözetim yetkelerinin en güçlü olduğu (ya da olduğunu sandığımız) ülkelerde bankalar, toplumun kabul edebileceğinin bu kadar üstünde risk alabildi? Görünüşe göre olayın püf noktası, bankaların açtıkları kredi karşılığında tutmaları gereken sermaye miktarını düşürmek için, bu kredileri menkul kıymete dönüştürüp, başka kurumların bilançolarına aktaracak bir mekanizmayı işletebilmeleriydi. Bu mekanizma sistemin kredi yaratma kapasitesini artırıyordu. Bu herkesin işine geliyordu. Peki banka sisteminin düzenleyen/gözeten yetkeler ne yapıyordu? Sözkonusu kredilerin kendi gözetim alanları dışına çıkmış olmasını, sorun ortadan kalkmış gibi yorumladıkları anlaşılıyor. Bu yolla ortaya çıkan ve giderek büyüyen alanın düzenlenmesi ve gözetilmesi için hiç bir şey yapılmadığı da anlaşılıyor. Sonunda sistem bir yerde tökezledi, alınan riskler zarara dönüştü.

Öykümüzün bir ilginç yönü daha var. ABD'de sonuçta bu beladan kurtulmanın yollarını arama sorumluluğu da döndü dolaştı, yukarıda anlattığım kuramsal çerçeveyi ilk defa ortaya koyan ve bu sorunun önemine dikkati çeken makaleyi yazan iki akademisyenden birisinin sırtına yüklenmiş oldu. Bu insan da Ben Bernanke!

        

Kaynaklar: Sözünü ettiğim yazı:

 

Ben Bernanke ve Mark Gertler: Financial Gragility and Economic Perfomance, Quarterly Journal of Economics, 105(1), s. 87-114.

Bu yazıyı ele alan bir Türkçe kaynak:

Hasan Ersel: Kredi Piyasası, Düzenleyici Yetke ve İktisat Politikası, A.H. Köse, F. Şenses&E. Yeldan (Der.): Küresel Düzen, Birikim, Devlet ve Sınıflar-Korkut Boratav'a Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003 s. 73-92

 

 

Hasan Ersel'in 24 Ocak 2008 tarihli Açık Gazete programında, Amerikan ekonomisindeki durgunluğun nedenleri ve seyri konusunda, yaptığı değerlendirmeyi okumak için tıklayın.